Sosyal medyanın 21. yy’ın ilk çeyreğinde katettiği olağanüstü yol, haberleşmemizi oldukça kolaylaştırdı. Aramızdaki mesafeleri önemsizleştirdi. Ancak dikkatimizden kaçan çok güçlü bir mesafeyi de beraberinde getirdi ve her birimizin arasına yerleştirdi. Bu mesafeler yalnızca aynı görüşü paylaşanlar arasında aşılabiliyor. Farklı fikirlere sahip olanların arasında ise öyle bir mesafe oluşuyor ki henüz onu aşabilecek bir taşıt geliştiremedik.
Sosyal medya canlı bir varlık değil. Biz, onu canlı yapıyoruz. Kullanıcıları sayesinde bir kitle iletişim ve etkileşim aracına dönüşüyor, gündemi belirliyor, gidişata yön veriyor. İnsanlık, tarihi boyunca bilginin bu denli çabuk eskidiği bir dönem yaşamadı. Bir haber sayfasında sabah okuduğumuz bir bilgi, akşam olmadan güncellenebiliyor ve bizler bu sayede gündemden, son gelişmelerden kolayca haberdar oluyoruz. Fakat bir sorunumuz var. Hepimiz isterdik ki sosyal medyanın işlevi bizi gelişmelerden haberdar etmekle sınırlı kalsın. Provokatörlere ve fırsatçılara meydan vermesin. Biraz da madalyonun öteki yüzüne bakalım.

Özenilen kazanç!
90’larda dönemin çocuklarından büyük rağbet gören sanal bebekler vardı. Her sabah onlara yemek yedirilirdi, geceleri güzelce uyutulurdu. Ne acıdır ki zamanımızın sanal bebekleri bizleriz. Bizi her gün özenle besleyen şefkatle her gece uyutan sanal evrendeki karakterlerimiz, sapiens’in uğruna binlerce yıl beklediği medeni hayatın, medeni unsurlarını yerle bir etmekten hiç çekinmiyor. Birimiz kömüre ‘siyah’ diyorsa mantıksal çerçeveye oturtulamayan nedenlerle, sanal bir refleksle diğerimiz ona ‘beyaz’ diyor. Amaç: Belirsiz. Kutup: Oluşturuldu. Tartışma: Başlatıldı. Bitiş tarihi: Yok. Galip çıkan: Yorumlar sayesinde etkileşim alan sosyal medyanın büyük kullanıcıları.
‘Taraf olmayan bertaraf olur’ mottosuyla kitlesini etkilemeyi düstur edinmiş azımsanmayacak sayıda insana ulaşabilen sosyal medya hesapları bizi birbirimize kırdırıyor, kendileriyse çoğumuzun ‘ah bizde de olsa’ diye özendiği parayı kırıyor. Biz ise bu sırada tarafların hiçbirini mantık süzgecinden geçirmeden canhıraş bir halde herhangi birine taraftar olmaya çalışmakla meşgulüz. Politikada, sporda, eğitimde, her türlü sıcak gündem maddesinde herhangi bir tarafı seçme refleksimiz güncel tıbbın ve psikolojinin en büyük sorunlarından biri. Kimse bir insan hakkında; ‘acaba neden böyle düşünüyor?’ diye sormuyor. Hep, ‘neden benim gibi düşünmüyor’ sorusunu kendine soruyor ve cevaplamaya tenezzül bile etmeden hasmının ağzının payını onu küçümseyerek, fikirlerini aptalca bularak ve en son sinkaflı sözlerle veriyor.
Sosyal medyanın 2 boyutlu yapısı hepimize gereken cesareti ve cüreti sağlıyor. Demek gündelik hayat içinde yazılı olmayan kurallarımız olmasa neler söyler neler düşünürmüşüz birbirimiz hakkında! Halihazırda sosyal medyada haber niteliği taşıyan her paylaşımın yorumlar kısmında mevcut olan kaos, keskin kutuplaşma ve herkesin kafasına göre istediğine istediğini söyleyebildiği anarşi hali fikir dünyalarımızda kapanmaz gedikler açıyor. Saygı çerçevesinin oldukça uzağında gerçekleşen sanal tartışmalar, son yıllarda televizyon programlarındaki tartışma programlarında yaşanan tartışmaların oranının artmasıyla da zamanla gündelik ve toplumsal yaşamımıza nasıl nüfuz edeceğinin bir habercisi. Bizler 3 milyar yıldır sosyal, kültürel, yaşamsal anlamda çok yol katettik. Ancak çeyrek asır gibi bir zaman diliminde, insanlığa ve medeniyete giden yolları gerisin geri yürüyebileceğimizi de gördük.

“Sükutta iyice demlenelim ki sözümüz lezzetli olsun”
Bu ağız dalaşı, sınırbilmez saygısız yollarla ve davranışlarla karşı tarafı ezerek yükselme, sivrilme arzusu, kabul görme isteği; sosyal medyanın eli bu kadar güçlü olmaya devam ettikçe bizlere dayatılmaya çalışılacaktır. Peki, var mı bunun bir reçetesi? Var. Dışarı bakmak. Haberin içine daldıkça tartışma yaratmak yerine, çevremizde olup bitenlere aklıselim şekilde bakmak. Akletmeden laf etmemek. Okumadan konuşmamak. Düşünmek. En önemlisi de birbirimizi dinlemek. Sükutta iyice demlenelim ki sözümüz lezzetli olsun. İçenlere afiyet versin.
Sanal kimliklerimiz, daha ne kadar süre aslının yerine geçer bilinmez. Bir gün mutlaka iktidarı bitecektir. O günü umutla bekliyorum. Bizler, akıl sahipleri, neyin sanal neyin gerçek olduğunu hâlâ unutmadık. İnsanlığımızı uzaklara yollamadık. Hiç değilse ilgi çekmek uğruna yalnızca “Sanal dünyada giyilebilecek” iki boyutlu ayakkabılar falan almadık.
Değil mi ?