Yıllardır, yüzyıllardır belki de ilişkilerde güven ve güvensizlik sorunları yaşıyoruz. Bu bazen ailemizde, arkadaş çevremizde, çalıştığımız yerde ve en çok da ikili ilişkilerimizde yaşanan temel bir sorun. Bir ilişkiden ya da kişiden beklenen kriterlerin neredeyse en başında güven vermesi, güvenilir olması bekleniyor; güvenmek istiyoruz o kişiye, o ilişkiye, birlikte paylaşılacak geleceğe, hani evlenirken edilen yeminler gibi “Hastalıkta ve sağlıkta, iyi günde ve kötü günde, yoksullukta ve bollukta, ölüm bizi ayırana kadar seni seveceğime yemin ederim.”
Peki biz ne kadar güvenilir bir insanız? Nereden geliyor bu güven ihtiyacı? Kendimizi yeterince güvende hissetmediğimizden mi? Yoksa gerçekten kendimize mi güvenmiyoruz? Ya da geçmişte yaşanan bir sürü deneyimin sonucu mu bu güvensizlik? Karşımızdaki insan böyle bir güven ortamı yaratmak zorunda mı? Sadece sevmesi, anlaması, huzur vermesi yetmiyor mu?
Bu arayış içinde olduğumuzda, yaydığımız enerji maalesef ki güvensizlik ya da güven yokluğu oluyor. Çünkü bir arayıştayız… Bir şey aradığımızda ise o şey bizde yok demektir ve evrensel olarak yaydığımız enerji bu olduğundan hayatımıza güven vermeyen, güven eksikliği olan kişi ve durumları çekeriz. Bu anlamda yaşadığımız her deneyim ise bizi bir kat daha aşağıya çeker ve bu kısır döngü devam ettiği sürece bizler hayatımızda bir türlü aradığımızı bulamaz ve çok sağlam inanç kalıpları oluşturmaya başlarız. Kimimiz “erkeklere” kimimiz “kadınlara” hatta kimimiz ise “hiç kimseye babamızın oğluna” bile güvenemez. Bu inançta olduğumuz sürece de algımıza güven veren durum ve kişiler girmez.
Sözde çok güvenir gözükür, hatta dillendirir ancak hiç de farkında olmadan, bilinçsiz bir şekilde karşımızdaki kişinin telefonunu, sosyal medya hesaplarını ya da görüştüğü arkadaşlarının hayatlarını kurcalar buluruz kendimizi. Güvenmeyi seçmek yerine, bir dedektif gibi arar, inceler, bir araya getirir ve senaryolar yazarız. Hele ki önceki ilişkilerimizde bu tarz bir deneyim yaşamışsak bu duygu durumu daha güçlü bir şekilde ortaya çıkar. “Beni üzecek mi? Kaç saattir mesaj atmıyor. Onu üzecek bir şey mi yaptım? Ya aldatıyorsa, ya terk edip giderse?” gibi güvensizlik duygusunu daha da güçlendiren sorular içinde buluruz kendimizi. Ne kadar çok düşünür ve ne kadar çok bu duygu durumunda kalırsak, o gerçekliği de zaten yaratmış oluruz. Korktuğumuz şey başımıza gelir ve sonrasında da; “Ben biliyordum zaten böyle olacağını” der ve bilmişlik taslarız. Halbuki bu durumu hem arayışlarımızla hem düşüncelerimizle ve hem de duygularımızla biz yaratırız.

Yaşanan bunca olayın sebebini merak ettiğimizde aslında, temelde bazı gerçekler ile yüz yüze geliyoruz. Güven talep ettiğimiz her durum aslında bizlerin kendi iç dünyamızda kendimize olan güvenimizi tam ve bütün olarak oturtamadığımızı, çocuklukta yaşadığımız aile ortamının bu güven ortamını tam olarak yaratamadığı ya da anne-babamızın sürdürdüğü evlilik kurumunda gözlemlediğimiz güvensizlik kayıtları… Örneğin; boşanmalar, terk etmeler vb. bizi kendi içimizde bir güven ortamı arayışına sürüklüyor. Yani sorunun kaynağı biziz! Yüzeyde görünen ilişkilerde güvensizlik ve güvensiz kişiler olmasına rağmen, derinlerde yani bilinçaltımızda bizde eksik olan özgüven olduğu çıkıyor karşımıza.
Peki nasıl çözeriz?
- Çocukluğumuzdan bu güne getirdiğimiz özgüven eksikliğine dair anılar ve durumlar ile yüzleşerek çalışmalar yapmalıyız.
- Anne ve babadan güven duygusunu yeterince alabildik mi? Çocukluk dönemine ait anne ve baba ile olan ilişkiler gözden geçirilmeli gerekirse bir bilinçaltı seansı alınarak bu süreci hızlandırabiliriz.
- Kendime olan güvenimi yani özgüvenimi arttırmak için neler yapabilirim? Kendime katacağım ilave değer ve başarılar nelerdir? Soruları ile farklı alanlarda yeteneklerimizi geliştirebiliriz.
- Bizlerde güvensizlik yaratan durumları karşımızdaki kişiye net bir şekilde ifade ederek biriktirmeden, sağlıklı bir iletişim ile onun da farkında olmasını sağlayabiliriz.
- Kaybetme ya da yalnız kalma korkusu yaşıyorsak bu korkular ile de yüzleşmeliyiz. Kaybedersem ne olur? Bu alanda eksikliğini hissettiğim her ne ise; mesela “Kaybedersem ne olur? Yalnız kalırım. Yalnız kalırsam ne olur? “Depresyona girerim” vb. Ard arda gelen sorular ile temelde yatan kök inancın farkında olabiliriz. Örneğin, kök inanç depresyona girmemek ise, sırf depresyona girmemek adına bu ilişkiye devam etmekte ve güvensizlik duyguları ile de yıpratmaktayızdır.
- Tüm dikkatimizle ilişki ya da kişi odaklı yaşamak yerine, kendimize ait sosyal ortamlar, faaliyetler yaratarak tek başımıza da mutlu ve keyifli vakitler geçirmeyi öğrenmeliyiz.
Her şey bizden bize, dış dünyada olan bitenden ziyade, biz kendi iç dünyamızda -mış gibi yapmadan, gerçek anlamda kendimiz ile yüzleşerek, sorunun kaynağına yönelik çalışmalar yaptığımızda kendimizi daha iyi tanımaya başlarız. Kendimizi tanıdığımızda ise, kendimiz ile olan ilişkimiz güçlenir, neyi neden yaptığımızı, etrafımızda gördüğümüz her şeyin aslında kendi iç dünyamızın bir yansıması olduğunu fark ederiz. Bu farkındalık ile, seyrettiğimiz dış dünya filminde beğenmediğimiz sahneleri, iç dünya senaryomuzda değiştirdiğimizde, nasıl hızlıca dış dünyaya yansıdığını izleriz.
Kendimize yapacağımız en büyük yatırım ve iyilik kendi üzerimizde çalışmaktır, bu çalışmalar hem kendimize hem çevremize ve hem de bütüne katkıdır.
Yeniden, bıkmadan usanmadan yeniye ve iyiye doğru sevgi ve ışıkla kalın.
Instagram: @zkose47
@cosmos.biz
Facebook: Zehra Köse
COSMOS Eğitim ve Danışmanlık
www.cosmosturkiye.com